Plitvice Gölleri Milli Parkı'ndan bir manzara... İlk kez uçağa binişim epey geç oldu. 2013 yılının Kurban Bayramı'nda katıldığı...
Plitvice Gölleri Milli Parkı'ndan bir manzara... |
İlk kez uçağa binişim epey geç oldu. 2013 yılının Kurban Bayramı'nda katıldığım İtalya turunda Roma uçağına binmiştim. Gerçek üstü gelmişti o sırada. Bir kere o kadar yüksekte olduğuma inanamıyordum. Sonrasında, daha iki saat önce İstanbul'un sokaklarını arşınlarken Roma'ya ayak basmış olmanın şaşkınlığı vardı üzerimde.
Uçağı mesafeleri kısalttığı için çok sevsem de geniş zamanı olan bir gezgin olsam uçak, ilk tercihim olmazdı. Şehirleri kuş bakışı görmek gerçekten etkileyici ama tren ve otobüs kullandığımda mesafenin daha fazla farkına varıyorum. Uzaklaştığımı hissediyorum. Şehir içindeyse yürümeyi tek geçerim. Ayrıntılara dikkat etmeyi ve istediğim zaman durmamı olanaklı kılan yürümek...
Genelde şehir merkezine yakın, nispeten uygun fiyatlı oteller tercih edip toplu taşımadan kısmaktan yanayım. (Paris ve Amsterdam hariç. Merkezdeki hosteller bile uçmuş!) Şu ana kadar genelde 2-4 günlük turlar yapabildiğim için yüküm belimi bükecek kadar ağır olmadı. O yüzden uzun saatler yürümek sorun yaratmadı. Eylül'de dokuz gün büyük bir sırt çantasıyla kaç kilomu bırakım geleceğim acaba?
Berlin'deki East Side Galleri'den bir resim (Berlin albümümü kaybedip Facebook'tan indirmenin acısıyla) |
Berlin'de yürümek
Berlin, yürümek deyince Avrupa'da ilk akla gelen şehir değil aslında. Ama benim aklımda yürüme şehri olarak kaldı. Berlin Duvarı'nın merkeze nispeten yakın olan West Side Gallery'sini çabucak gezdikten sonra "East Side Gallery ne kadar uzakta olabilir ki?" sorusuyla yürüyüşe devam ettim. Duvara kadar da şehrin olağan binaları dışında ilginç bir şeye rastlamadım açıkçası.
East Side Gallery'nin sonundaki Oberbaum Köprüsü'ne ulaştığımda hava kararmaya başlamıştı ve tripod olmadan ancak flaşlı birkaç fotoğraf çekebildim. Yani size o yolu yürüyün demeye dilim varmaz. Dönüşte toplu taşımadan kaçmadım. O gün toplamda on saat yürüdüm ve pazartesi işe döndüğümde ayaklarımın üstüne basamıyordum. Bir hafta topalladım.
Brugge'un kaldırım taşları |
Brugge'da yürümek
Lego'yla veya yağlı boyayla yapılmış gibi görünen bu sevimli şehir, en keyifli yürüdüğüm şehirlerden biri oldu. Kış ortasında kuzeyden iliklere esen rüzgar binalar tarafından kesiliyordu. Hava da şaşkındı: Bir güneş açıyor, bir yağmur yağıyordu. Ama Avrupa'nın genelinde dikkat ettiğim bir ayrıntı var; kaldırım taşları yağmurda ıslanınca kaymayan cinsten. Brugge'da da öyle. O yüzden kaymadan ve suya batıp çıkmadan yürümek mümkün.
Brüksel nasıl metro içlerine varıncaya kadar waffle kokuyorsa Brugge da buram buram çikolata kokuyor. Şehir bilerek ya da bilmeyerek koku hafızanızda da yer ediyor. Bu da yürüyüşü daha keyifli ve daha unutulmaz kılıyor. Brugge'un bir güzelliği de üç dört saat içinde tüm şehri turlayabilmeniz. Ama benim gibi Brüksel'de kalıp Brugge'u günübirlik gezmek yerine Brugge otellerden birinde kalın. Bir dahaki sefere ben öyle yapacağım. (Brugge kesinlikle "bir dahaki seferi" hak ediyor. Gitmeyenler için tavsiyem In Bruges filmi.)
Venedik'te yürümek
İşte, "bir dahaki seferi" defalarca hak edebilecek bir şehir daha. O kadar turistik olmasına rağmen bir o kadar da özgün ve gezilesi. (El yapımı, onlarca Euro'luk seramik Venedik maskeleri. Bir dahakine hazırlıklı geleceğim. Seni yeneceğim Venedik!) Burası da İtalya turunda günübirlik aceleye geldi. Oysa o sokaklarda daha yavaş yürünebilir ve kanal manzarası daha fazla sindirebilirdi.
Aslında Venedik Festivali'ni merak ediyorum ama normalde bile zor yürünen dar sokaklarda o zaman muhtemelen hiç yürünmez. Yine de herhangi bir tarihte Venedik'teki gün batımını seyretmek ve limandan kalkan teknelerle Burano ve başka adalara gitmek de içimde kalan ukdelerden. Yalnız Venedik kanallarla çevrili olduğu için yağmurda hemen su basıyor. Belediyenin idareten koyduğu tahtaların üstünde tek sıra yürümemek için zamanı iyi ayarlamak lazım.
Plitvice Gölleri Milli Parkı'nda yürümek
Plitvice Gölleri'nin fotoğraflarını sosyal medyada gördüğüm anda bayılmıştım. Bir seneye kalmadan Ljubljana, Bled Gölü, Zagreb'le birlikte dört günlük bir yıl başı planına dahil ettim. Bu milli parkın olayı zaten yürümek, hem de kilometrelerce. Burası da oldukça rağbet gören bir yer çıktı. Ocakta bile bir sürü insan vardı.
Gittiğim tarihte hem hava soğuktu hem de fotoğraflarda görülen o turkuaz göllerin ve şelalelerin olduğu yollar kapalıydı. Açık olan kısımlardaki karlar da basılmaktan buz olmuştu ve acayip kayıyordu. Parka gruplar halinde gelen Uzak Doğulu teyze ve amcaların cesareti bende olmadığı için hiç korunma olmayan patikalarda aşağıdaki uçurumlardan gözüm korktu. Daha uzun yaşamak için geri döndüm ve bir baharda buraya bir daha gelmeye karar verdim.
Buradaki yürüme maceralarım diğer yerlere göre daha çok. Gidiş ve dönüş efsaneydi. Gidişte Güney Koreli bir aile, üç tane Fransız Arap kadınla her tarafı karla kaplanmış girişi zor bulmuşumuz; dönüşte bu ekibe sabah aramızdan erken ayrılan Hintli bir çift ve heyecanlı, İsrailli iki erkek kardeşin eklenişi ve Hırvatistan'ın gelmeyen otobüslerini hava kararana dek ("ayı çıkabilir" tabelaları eşliğinde açık durakta) bekleyişimiz.
Bu açıdan nasıl çekmişim ben de bilmiyorum. |
Yürümeye Övgü
Konu yürümek olduğunda bir kitabı tek geçerim: David le Breton'dan Yürümeye Övgü. Le Breton, yürümenin yukarıda bahsettiğim yavaş ve keyifli özelliğinin yanı sıra insanı stres ve acele gibi şeylerden uzaklaştırdığına ve kendimizi keşfetmemize yardım ettiğine değiniyor. Kitabın ilk cümlesi hiç aklımdan çıkmıyor: "Yürüyüş dünyaya açılmadır." Dünyaya açılmanın tadını bir kez aldıktan sonra da dönüşü yok.
Ama kitabı okurken bir eksikliğimi fark etmiştim: Uzun yürüyüşler. Öyle Berlin'de bir günde on saat yürümek değil kastettiğim. Günlerce bir yürümek bir durmak... Dediğim gibi Eylül'de dokuz günüm var ama geri dönme zorunluluğu olmadan yürümek nasıl bir şey bilmek isterdim. O zamanların da yaklaştığını hissediyorum, sadece biraz sabır...
O kadar yürüyüşten sonra oturup dinlenmek de gerek değil mi? İşte o dinlenme fasıllarından birinde yan masadaki sevimli misafir (deyip bağlamış olayım). |