Mesai Arası Tatiller

Halimden yakınmaya hakkım var mı bilmiyorum. Kaliteli bir okuldan mezunum, yapabileceğim bir mesleğim var ve iyi kötü ofis işi veya serbest iş bulabiliyorum, ayrıca istediğim mesleği yapıyorum. Borca harca bulaşmıyorum. Yine de durumumu sorgulamadan edemiyorum. Aslında benim durumumda olan birçok beyaz yakalı akranımda aynı sorgulamayı görüyorum. Kapitalist sistem tüm dünyayı ele geçirmiş vaziyette ama sürekli ekonomik krizin bıçak sırtında yaşayan Türkiye'de acımasız etkileri daha fazla hissediliyor sanki. Fırsatçılık hat safhada, işverenler nasılsa onlara muhtacız diye çıtayı iyice düşürüyor, turizm şirketleri en yüksek fiyatları yerlilere çekiyor, en yüksek vergileri bizim devlet koyuyor.

Hal böyle olunca çürümüş ekonomimizde 3 Lira'yı geçen Euro ve yine o sınırı zorlayan Dolar'ı kullanan ülkelerde vakit geçirmek, konaklamak, yiyip içmek daha ekonomik oluyor. Bu sefer de başka bir kıskaca düşüyoruz. İşverenlerin bize lütfettiği 14 günü bile gönlümüzde kullanamadığımız için birkaç günlük tatillere hapsoluyoruz ve bu tatilleri ayarlayabilmek için ucuz uçak bileti, ucuz konaklama peşine düşüyoruz. Kapitalizm çarkları sayemizde daha hızlı dönüyor. Kendimi düşünüyorum, o birkaç günlük tatillere çıkabilmek için haftada 5 gün (ki Türkiye'de iyi) sabah 9'dan akşam 6'ya kadar (6'da çıktığım için uyarıldığımı hesaba katmazsak) çalışmam gerekiyor.


Tatil aldatmacası


Ne var ki her ay düzenli yatan bir maaş ve aylık sigorta primleri de sorgulamamın önüne geçemiyor. Yılda 365 gün 6 saat var. Hafta sonlarım dışında bunun bana sadece 14 gün lütfediliyor. Gerçi beyaz yakalı birçok kişiden "Bir hafta tatil çok uzun, canım sıkılıyor" lafını işitir oldum. İşverenlerin de canına minnet. Bu sistem öyle bir şey ki insanların sadece kendiyle varolmasını, kendi sunduklarıyla yetinmesini ve kendi belirlediği sıfatları kullanmasını istiyor. Tatili de bize bir lütuf gibi veriyor. Halbuki benden hayatımı ve emeğimi satın alıyor, hatta çalıyor.

O yüzden birkaç günlük tatillerden sonra içimde bir tamamlanmamışlık hissi kalmaya başladı. Bir dahaki tatile gitmek için pazartesi işe dönmem ve beni hiç ilgilendirmeyen konularda yazmam gerektiğini, iş dünyasında yazmanın ne kadar kıymetsiz bir olduğunu ve hayatımı daha iyi idame ettirebilmek için yükselmem gerektiğini hatırlamalıyım. İnsanların ne kadar hevesli olduğunu gözlemleyip kendimi niye kaptıramadığımı düşünmeliyim. Daha otuzlarımın başında olduğunu hatırlayıp daha kaç sene çalışmam gerektiğini hesaplamayım.

Bencillik


Birçok beyaz yakalı gibi bencil olduğumu kabul ediyorum. Önceki yazımda seyahatin yürüme haline övgüler yağdırmıştım. Bisikleti ve treni de çok severim. Ama bu kısıtlı tatil sürelerimde ne yapıyorum tahmin edin. Tatil dışında kovaladığım promosyon uçuşlarla birbiri ardına kalkan uçaklara veya her an seferi olan otobüslere biniyorum. Doğayı seviyorum, korumak istiyorum ama dürüst olduğum söylenemez çünkü karbon salınımı konusunda payıma düşeni fersah fersah doğaya gönderiyorum. Bu satırları da klimanın karşısından yazıyorum zaten. (Konu hakkında şurada kapsamlı bir yazı okuyabilirsiniz.)

Sadece doğa mı... İnsanlara çok özgecil davrandığım söylenemez. Yardım vb hak getire. Kaybedecek şeyler arttıkça insan daha da cimrileşiyor. Gideceğim tatiller için ayırdığım üç beş kuruşu paylaşmak aklımdan bile geçmez. Sadece kendimi düşünüyorum, kendim için çalışıyorum. Acımazsızca mı? Belki. Ama beyaz yakalılarda daha neler var neler... En azından başkasının elinde olanı almaya aklımdan bile geçirmediğim için kendime gurur duyabilirim. (Hatta bunu yapan insanlar her zaman midemi bulandırır. Fakat başkalarının ayağını kaydırmak kendilerini geliştirmeye çalışmaktan elbette daha kolay.)

Ofis kaynaklı hastalıklar


Maddi olarak dengede durmanın bu dünyada hem fiziksel hem de ruhsal bedelleri var. Birincisi en illet hastalıkların bile altından çıkan: stres! Stressiz bir iş ortamı bulmanız mümkün değil. İş arkadaşlarınızla çok iyi anlaşsanız yönetici bir şey der, onunla da anlaşsanız müşteri bağırır. Ayrıca iş hayatı bir şekilde sizi yetersiz hissettirme üzerine işler. Daha çok şey öğrenmeli, daha çok çalışmalısınız, yoksa bunu sizin yerinize yapan çıkar. Yetersiz hisseden insan korkak olur, muhtaç hisseder, hakaretleri ve haksızlıkları sineye çeker. (Elbette bunları ev geçindirme derdi olmamanın şımarıklığıyla da yazıyorum.) Yırtık olmak çözüm değil çünkü "sen gidersen bir başkası" mantığı herkese işliyor.

Oturduğum yerde yemekten ve ofiste geçen can sıkıcı saatlerin sonunda yine yemekten kilolar kontrolden çıkınca yine kapitalizmin ekmeğine yağ sürerek ilk defa diyetisyene gittim ("Seni önce şişmanlatır, sonra da zayıflatırız".) Bana uygun bir diyet yazarken sorduğu sorular ve söyledikleri aslında ufuk açıcıydı: "Ofis stresli mi?", (D vitamini eksikliğine istinaden) "Ofisin kapalı ortamında güneş yeterli değil, o yüzden öğlenleri kollarının içini yarım saat güneşe tut (ki kapitalizmin bana izin verdiği ölçüde gittiğin tatillerin hiçbir işe yaramadığını öğren)". Tabii ki açık açık söylemese de sinirden kendini kemirecek duruma gelsen de gırtlağına sahip çık. Bütün gün oturarak içine ettiğin dolaşım sistemini günde en az on bin adım atarak toparla. Falan filan. Özetle anladım ki ofis hayatı (artı şehir hayatı) aslında beni yavaş yavaş öldürüyor.

Sonuç mu?


Ofis hayatının uzun dönemde sürdürebileceğim bir şey olmadığı kesin. Bir iki günlük tatillerin beni tatmin etmekten uzaklaştığı da kesin. Ama serbest iş bulabileceğim, bulduğum işlerden paramı alabileceğim ve bu işlerin düzenli olacağı kesin değil. Garantici bir insan olarak nasılsa bir şey bulurum diye bırakamayacağım da kesin. Blogların gelir getirmesiyse uzun ve zorlu bir süreç. Aslında ben bu konunun toplama çıkarmasını çoktan yaptım. Geriye ne kaldı? Klasik bir cevap olacak: Kendi işimi kurmak. Yeni nesil isimlerle: girişim, startup. Başarılı olurum ya da olmam ama en azından denedim derim. Elbette harika "ortağım" olmadan bunun ne hayalini kurabilir ne de cesaretimi toplayabilirdim.

Eğer aklımda olan şeyleri uygulayabilirsem tatilleri sadece birkaç güne sıkıştırmayacağım. Hatta tatil kavramını ortadan kaldırcağım. Henüz ofiste çalışmaya devam ediyor olsam da yakın zamanda projelerimi yüksek sesle dile getirmeye başlayacağımı umut ediyorum. O zamana kadar yazmaya devam. Bu bloğu rehber değil deneme tarzında yürütüyorum ama gezdiğim yerleri Insragram'dan takip edebilirsiniz: https://instagram.com/edebigezgin/

Not: Bu yazıyı istifa edince yayınlayacaktım. Uzaktan işimde beşinci günüm ve bir sonraki yazımda anlatacağım ilk girişimimiz hazır!

Benzer Yazılar

0 yorum