Nietzsche'nin Sorrento Yolculuğu Eşliğinde Sorrento Yolculuğu

Bir asır sonra, Nietzsche'nin baktığı yerden.

Nietzsche'nin Sorrento Yolculuğu adlı kitabı gördüğümde Napoli'ye uçak biletimi çoktan almış, Sorrento'da otelimi çoktan ayarlamış ve Amalfi kıyılarıyla Capri Adası'nı kapsayan planımı kafamda çoktan çizmiştim. Kitabı Sorrento seyahatinde yanıma aldım. O yüzden, onun izinde değil eşliğinde gezdiğimi söylemem daha doğru olur. Nietzche'nin gezgin filozofluğu tercih etmesine önayak olan Sorrento'ya neredeyse bir asır sonra gittim ama kitapta yazılanlarla neredeyse aynı deneyimleri yaşadım.

Sorrento, Napoli'nin bir saat kadar uzağında, Pompeii Antik şehrine de epey yakın olan, o kıyıların genelindeki gibi komple falez üstüne inşa edilmiş sevimli bir Akdeniz kasabası. Her yanından İtalyanlık akıyor ve havasının her metreküpü limon veya limon ürünleri (limonotu, limoncello, limonlu şekerleme, limonlu sabun, limonlu sprey, vb). Napoli'ye dönüşte bindiğim tren Sorrento'nun arka kesimlerinden ilerledi ve orada sayısız limon ağacını görme fırsatım da oldu. Sorrento deyince aklıma parlak güneşin ve limonun sarısı geliyor artık.

Eski Sorrento, aşağıda liman tarafı.

Kitaptaki gezi ve benim gezim


Sevgili Nietzscheciğim benim gibi Booking.com'dan en uygun nerede kalırım diye araştırmamış tabii. Arkadaşı Malwida von Meysenburg ona ve arkadaşları Paul Rée ile Albert Breenner'a Villa Rubinacci'yi tutmuş, hem de üç beş gün değil uzun uzun kalmışlar. Tabii, bende taşıt avantajı var. Nietzsche, Sorrento'nun köylerini de gezmiş ama Positano ve ötesine, yani Amalfi kıyılarına geçebildiğinden şüpheliyim. Köyler de Capri'ye gidip dönerken feribottan gördüklerim diye tahmin ediyorum. Şimdi, Sorrento merkezine geri döneyim.

"Hiç abartmıyorlar, Sorrento ve Napoli çok güzel. Buranın havası dağ ve deniz havası karışımı bir hava. Gözler bayram ediyor; terasımın önünde, aşağıda (kışın bile yeşil kalan) büyük yeşil bir bahçe, gerisinde koyu rengiyle deniz ve en arkada Vezüv Yanardağı var," diye yazmış Nietzsche kız kardeşine mektubunda. Hava konusunda artık "yollar haricinde" diye not düşmek lazım. Zira eski motorlu taşıtların egzoz kokusu ciğerinizi söker alır mazallah. Trafiğin yoğun olmadığı yerler iyi durumda neyse ki. "Buraya her geçen gün daha çok bağlanıyorum; ağaçların, boğazların, kayalıkların, zeytin ağaçlarının aştığı iki duvar arasındaki yollar, her şey bana tanıdık geliyor ve hoşuma gitmeyen hiçbir şey bulmuyorum."

Sorrento uzun uzadıya gezilecek bir yer değil. Dar sokakları ve küçük bir merkezi olan en fazla yarım gün gezmelik bir kasaba. Ama oturup anın tadını çıkarabileceğiniz birçok seyirliği, restoranı ve plajı var. Başka Avrupa ülkelerindeki gibi kendinizi yola atmayın, arabalar durmuyor. Hava durumunun da sağı solu belli olmuyor. Paul Rée bir mektubunda Güney İtalya'nın kışın Kuzey Almanya kadar soğuk olduğundan bahsetmiş. Mayıs ayında denize girerim diye yanımda mayo almıştım ama dört gün boyunca kot ceketime koalanın bambuya yapıştığı gibi yapıştım.

Bu arada Sorrento'nun büyüsüne Nietzsche'den başka kapılanlar da olmuş tabii: Lord Byron, John Keats, Walter Scott, Charles Dickens, Goethe, Richard Wagner, Henrik Ibsen. Kuzeyden güneye kaçamak yapan ünlüler dışında yenilerden onur vatandaşı ilan edilen Sophia Loren var. Bu isimlere ilaveten kitapta Giacomo Casanova, James Cooper, John Ruskin, Tocqueville isimleri de geçiyor.

Capri Adası'nın beni kendine sevdirme halleri

Capri Adası ve Akdeniz'in dalgaları


Nietzsche Capri Adası'na da uğramış. Kitabı üçüncü günümde, Capri Adası'na geçmeden önce bitirmiştim. Anısında adaya büyük gemiyle geçtiklerini, adadan dönmeye kalktıklarında fırtına yüzünden büyük geminin iptal olduğunu ve küçük gemiyle dönme riskini göze alamadıkları için adada kalmaya karar verdiklerini yazmıştı.

İkinci gün denizin dalgalı olduğunu ve bir teknenin atlaya atlaya ilerlediğini gördüm ama üçüncü güne geçer dedim. 10.45 feribotuna bilet aldım, jet yazanından yani hızlı gideninden. Gele gele Kadıköy-Eminönü motoru boyutunda bir şey geldi. (Benim gibi dalga fobik bir kişiyi o mesafede en az arabalı vapur büyüklüğünde bir taşıt keser.) Neyse ki jet versiyon 25-30 dakikada gidiyor diye atladım.

Dalgalar sayesinde deniz ve denizcilik hakkında epey bilgi sahibi olduğumdan motor daha limandan çıkmadan sallanmaya başlayınca "Heeeh" dedim, "ayvayı yedik." Sorrento'nun bitimi olan kıvrımı da atlatıp açığa çıktığımızda motor artık rodeo yapmaya başladı. Her yükselişin alçalışında kadın çığlıkları yükseliyordu. Ayağa kalkanlar ayakta duramaz haldeydi. Sağ kolumla pencerenin kenarını öyle sıkmışım ki sonraki iki gün o kolumdaki bütün kaslarım ağrıdı.

Bu adrenalini daha önce denizde yaşamadığım kesin ama bir kere uçakta yaşamıştım: Yıllardır aklımda olan Berlin'de yan rüzgarlardan dolayı uçak neredeyse inmek üzereyken bile düz duramazken biri "Hold tight! (Sıkı tutunun!)" diye bağırdığında koltuğuma sıkı sıkı yapışmışken "Bok var Berlin'de" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bu sefer de "Capri senden nefret ediyorum" diye düşündüm. Ama ayak bastıktan sonra sevimliliğiyle gönlümü kazanmayı başardı kerata.

Buradan çıkarılacak ders: Bir kitabı okuyup da "Aman efendim, 1800'lerin sonunda olur tabii" diye mana bulup doğanın hiç değişmeyen gücünü hafife almayın. Yoksa, onları o zaman kışın bulan rüzgar, gider sizi mayıs sonunda bulur. THY de bana mahsus yapar gibi Napoli dönüşünde ortak televizyonlara The Finest Hours filmini koymuş. Uçak yolculuğunda, hep türbülanslı olan Tiran'ın üstünden geçerken fırtınada batan gemiyi izlemedim haliyle.

Sorrento'nun şehir duvarının dış tarafından

Nietzsche'nin anlattıkları ama benim gidemediklerim


Niezsche'nin öve öve bitiremediği Ischia Adası için ne önceden planım ne de sonradan plana sıkıştıracak zamanım vardı maalesef. Halbuki, Böyle Buyurdu Zerdüşt'te Mutluluk Adaları'ndan kastı burasıymış. Sorrento'dan oraya da feribot vardı. Bir an acaba dedim ama Capri'nin daha bilindik olması bir yana, daha uzun süren yolda kalpten gitme ihtimalim yüksekmiş.

Nietzsche Vezüv'ün manzarasından da bahsetmiş. Tabii, deniz manzaralı lüks villada kalınca... Ben oraya yakın çay bahçesinin demirlerinden fotoğraf çekebildim anca. Neyse, Vezüv de öyle bir dağ ki Napoli'den Sorrento'ya kadar hemen her yerden görünüyor. Kitapta alıntılanan anılarda Vezüv'ün lavlarını seyrettiklerini yazmışlar. Ben dağın en son Pompeii zamanında patlayıp durduğunu sandığım için içim ürperdi. (Çocukluk kabuslarımın çoğunda yanardağ vardı. İstanbul gibi bol yanardağlı bir yerde yaşayınca tabii...) Dağı ne zaman görsem "Sakın ha" diyerek devam ettim yoluma.

Pompeii'yi de üç sene önce İtalya turunda gördüğüm için bu sefer es geçtim. Onun yerine Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi'ne gittim. Burada açık havada sergilenmeyen eserler ve bir de o eserlerin arasında sergilenemeyen eserlerin sergilendiği, gülüşmeler eşliğinde gezilen "Gizli Oda" var. Muhtemelen buradaki eserler de, Vezüv'ün patladığını görüp altınlarını toplayarak kaçan zenginlere ait. Fakirlerin çalışmaktan zamanında pek bir şey yapabildiğini zannetmiyorum. Gelin görün ki ceremesini yine onlar çekmiş.

Ben Sorrento dönüşü Nietzsche gibi kariyerimi yakıp yollara düşemedim tabii. Kaldığım yerden ticari içerik yazmaya devam ettim. Şimdi, teselli yöntemlerim çektiğim fotoğraflara bakmak, limon koklamak ve böyle yazılarla o dört günü gerçekten yaşadığıma kendimi ve sizi ikna etmek.

Benzer Yazılar

0 yorum